Geçtiğimiz hafta yetişkin öğrencilerimle İngilizce dersinden önce yine hayat memat meselelerini konuşurken aşktan bahsettik. Üzüldüm. Çünkü günümüz gençlerinin gerçek aşkın ne demek olduğunu anlama şanslarının kalmadığını farkettim. Aşk hormonal bir gerçekliktir özünde. Bu bilgi doğru olduğu kadar yanlıştır da. Hormonlar üremeyi tetikler, o yüzden memeli canlılar birbirlerine ilgi duyar. Oysa ki aşk, cinselliğin ötesindedir.
Sanal gerçekliğin tam da hayatımızın ortasına oturduğu son yıllarda üretilen sanat eserlerinin, yazılan romanların, sahnelenen tiyatro eserlerinin, çekilen sinema filmlerinin, yapılan resimlerin ve yazılan şarkıların bir parçası size de eksik gibi gelmiyor mu? İşte bunun nedeni, roman yazan kişi aşkı tanımıyor, tiyatro sahnesindeki aşkı bilmiyor, ressam aşkın tadına bakmamış ki, ya da aşktan yanmamış ki şarkıyı yazan, seslendiren...
Çok şair, çok yazar neler neler söylemiş aşk için. Söylenenlerin içinde aşkın resmini en iyi çizen belki de ‘aşkın cesurların işi’ olduğudur. Evet, aşk cesurların işidir. Korkaklar aşkı yaşayamaz. Ateşten korkan ateş yakabilir mi hiç? Daha ısısını hissettiğinde kaçar gider! Korkakların işi değildir aşk! Eğer korkakça yaklaşırsan aşk söner, küser gider senden ve bir daha gelmez. Ot gibi yaşarsın. Hayatında aşkın tadına bakmamışların ottan ne farkı vardır ki? Üremek için evlenen, dünyevi ihtiyaçlarına ortak olsun diye birbirinin elinden tutan insanların, birbirinin bitlerini temizleyen gorilden ne farkı vardır? İşte aşkı bir kez yaşayana, yaşamamış olanlar böyle sığ, böyle aciz görünür... Tenlerin birleşmesi sırasında duyulan his, seksin sonundaki haz, bunlar aşk değildir, üremenin aşamalarıdır. Seks sırasında alnından akan terin, kaşından süzülüp şakağından kayışını seyretmeye doyamamaktır aşk. Tenler birbirinin üzerinden hızla kayarken kulağına gelen nefes alış sesini özlemektir aşk! Evet, iki bedenin birbirine kavuşması aşkı pekiştirir. Seks, aşkı diri tutar. Fakat aşk cinselliğin ötesindedir. Seks olmadan da aşk olur. En azından bir zamanlar olabiliyordu...
Mesafe tanımaz aşk, tabu tanımaz. Kilit tanımaz, anahtar olur açar her kapıyı. Alkol mü, sigara mı? Asıl bağımlılık yapan aşktır! Bir kez tadına baktın mı, tekrar tadına varmak için çırpınır durursun. Tekel büfesinde satılmıyor ki! Ömrünce arar durursun! Aşk senden çıkar, O’ndan çıkar. Aşka aşık olursun. Ağzında bıraktığı tada, bakışlarında bıraktığı boşluğa, kalbinde bıraktığı yangına aşık olursun. Aşka aşık olursun. Yaşadın mı sen böyle birşey? Cinsel hazların ötesine geçtin mi? Parfüm kokusu değil de ten kokusu aradın mı hiç? Özlemeyi özledin mi? Senelerin dakika gibi geçişini, ve zamanın sadece aşkın bıraktığı kırıkları tamir etmeyişini yaşadın mı?
O’nu düşündüğünde, Tanrısal gücü hissettin mi? Şükrettin mi Yaratana, yarattığı için! O’nu değil, aşkı yarattığı için şükrettin mi? Seni perişan eden bu his, bir kez yapıştımıydı yakana, ömür boyu bırakmaz. Bu delilik halinin yakanı bırakmayışını sevdin mi?
Hiç dokunmadan, yüzlerce kilometre uzaktan, ya da ölünce ardından aşık olabilir misin? Ağlayabilir misin yaşanmamışlıklara? Yaşanma ihtimalini öldürmüşsen, yine de bekleyebilir misin? Olmayacağını bile bile dualar edip, amin der misin? Duyduğun bir şarkının sana onu hatırlatmasına tahammül edemeyip, her seferinde yine o şarkıyı sonuna kadar dinler misin?
Aşk bir delilik halidir, aynı anda aşk bir bilgelik halidir. Aşk seni dağıtır, savurur, kavurur ama aynı anda aşk bir dinginlik halidir. Tutkudur aşk, hırstan uzak bir saplantıdır. Cennet bahçesinden bir köşedir, ve aşk, aslında cehennemin ta kendisidir! Ah be çocuğum, cehennemin içinde cennet, cennetin içinde cehennem olur mu hiç diyorsun değil mi? Deme çocuğum deme. Aşk, damarlarında dolaşırken seni yakan lav, çölde üstüne yağan serin bir yağmurdur...
Haydi birer küçük açalım. Müzeyyen Senar söylesin, biz de içelim. Yaşanmış aşklarımıza içelim. Yarım kalan aşklarımıza içelim. Yaşanmışlıklara ve yaşanamamışlıklara içelim...