Güzelliğe ulaşmak zordur, sabır ister...
Bir incinin deniz kabuğunun içine saklanması gibi Karagöl'de zor coğrafyanın içinde bir yere saklanmış.
Kilometre olarak kısa gibi dursa da yolların engebesi ve dolambaçlı olması bölgenin cazibesiyle yarışıyor.
İnsanın gözünü korkutuyor...
Tabiatın cömertliği ise zorlu yolların uyuşturucusu...
Bir tarafında çam ağaçları, diğer tarafında Çoruh Nehri...
Gittikçe güzelleşiyor, güzelleştikçe zorlaşıyor yollar...
Şavşat yolunun sonunda bizi bekleyen cennet Meşeli Köyü'nün içindeki Karagöl...
Her dakika değişir mi bir manzara?
Gölün üzerinde yüzen sis tabakasının yansıttığı görüntü, mucizeye tanıklık etmek gibi...
Sazlıklarla bütünleşen göl, 360 dereceden de farklı görüntü sunuyor.
Aynı gün içinde yağmur, sis ve güneşle milyonlarca kare içinde kaybolup gidiyorsunuz...
Kurbağa ve kuş sesi ile tüm efektlerini kullanan doğa karşısında teslim oluyorsunuz.
Bu muhteşemlik karşısında doğanın biz insanlar için var olduğunu öğrenmişliğinden utanıyor insan.
Sen kim olasın ki bu güzelliklerin, bu uyumun, bu ahengin yanında...
O nasıl bir ukalalık doğanın heybeti karşısında...
İnsanoğlu işte bununla da kalmıyoruz; vahşice zarar veriyoruz bu güzelliklere...
Kesiyoruz, döküyoruz, parçalıyoruz...
O yaralarını iyileştiriyor, biz yine yapıyoruz...
Adem'den gelen bu nankörlüğümüzün bedeli, kainatın varoluşu sayılıyor ama kainatın neden halen bu kadar cömert olduğu da düşündürüyor ve ürkütüyor...
***
Kenti seviyoruz, kentleşmeyi, modern hayatları seviyoruz, yüzümüzü makinelere çeviriyoruz...
Mekanik bir hayatın içinde robotlaşıyoruz,
Teknolojiyi yönetmekten çıkıyoruz, teknolojinin bizi yönetmesine izin veriyoruz, elimizi kaptırıyoruz, kolumuzu geri çekemiyoruz...
Gaddarlaşıyoruz, duygularımızı yok ediyoruz ve insanlıktan çıkıyoruz insanlıktan.
Köylerimizi ve köylülerimizi küçümsediğimiz yerde köyde modernleşmeyi akım haline getiriyoruz.
Yazlık alıyoruz mesela Ege'nin ıssız koylarından...
Issız tercih ediyoruz neden acaba?
Ayak basılmasın istiyoruz, ilk biz gidelim istiyoruz ve bunları komşularımıza, dostlarımıza ballandıra ballandıra anlatıp hava basıyoruz aklımız sıra...
İnsanlığımızı yine doğada arıyoruz çünkü.
Bize insanlığımızı hatırlatan toprak,su, ağaç oluyor en nihayetinde...
Sakinleşiyoruz, uysallaşıyoruz, dinginleşiyoruz...
***
Artvin'in o güzelim Meşeli Köyü bize bunları yazdıran...
KTÜ Güzel Sanatlar Fakültesi'nin değerli hocalarının panel için Karagöl'ü tercih etmeleri gerçekten büyük bir alkışı hak ediyor. Doğada müzik atölyesi çalışması için oldukça isabet bir yerdi Karagöl...
Doğanın kendi melodisinden ilham alınarak ortaya çıkan eserlerle unutulmaz anlar yaşadık.
Prof. Dr. Sonay Çevik, kanun üstadı Öğretim Görevlisi Özdemir Hafızoğlu ve kemanı konuşturan müzik öğretmeni Cemal Zihni Erenel, doğa ile ilgili eserleri icra ettiler.
İlkokul sıralarımın unutulmaz şarkısı "Tohumlar Fidana...." söylendiğinde gözlerim doldu.
Çocukluğuma gittim, o duygulara ne kadar uzak kaldığımızı hissettim.
Hadi hatırlayalım sözlerini; "Tohumlar fidana,Fidanlar ağaca,Ağaçlar ormana, Dönmeli yurdumda...
Yuvadır kuşlara, Örtüdür toprağa, Can verir doğaya,Ormanlar yurdumda"...
Yüzümüzü doğaya çevirmekten başka çaremiz yok değil mi, öldüğümüzde bile bizi kabul eden doğa karşısında biz kimiz?
Artık zarar vermekten vazgeçelim, haddimizi bilelim... :)
Kalemine, yüreğine sağlık sevgili Elif....