Siyasi iktidar, kendisini “devlet” ilan ettiğinden beri yanlış uygulamalara karşı verilen tüm tepkiler “devlete karşı gelmek” olarak algılandırılıyor ve en uç noktada “vatan haini” ifadelerine varıncaya kadar suçlamalar yapılıyor.
Türkiye o kadar tehlikeli bir noktaya getiriliyor ki, pandeminin etkileriyle önce ekonomik sonra da psikolojik olarak yıpranan vatandaş maalesef bu tehlikeyi görecek durumda değil.
Düşmüş ekmeğinin derdine, düşmüş geçim sıkıntısına…
Kendilerini “devlet” olarak tanımlayan siyasi iktidar, kurguladıkları bu koruma kalkanı ile suç üstüne suç işliyor, hata üstüne hata yapıyor, ayrımcılığın alasını yapıyor ve bunların ceremesini yine vatandaş çekiyor.
Bu suçlara ve hatalara karşı gelmek, “devlete karşı gelmektir” deniliyor.
Devlet, dediğin nedir?
Devlet dediğin mekanizma; vatandaşının işlerini kolaylaştırsın diye yine vatandaşlarının kurduğu bir organizasyondur. Devlet, en çok mazlumlar için vardır, ihtiyaçlılar için vardır, zayıf olan için vardır. Devlet vatandaşının hakkını, hukukunu korumak için, adaleti, eşitliği sağlamak için siyasi iktidarların da üstünde onları da denetleyen en büyük güvencedir. Bu mekanizma bozulursa, ülkede her şey bozulur. Devlet mekanizmasını tümden siyasallaştırmak da suçların en büyüğüdür.
Siyasi iktidarın görevi kendini devletin yerine koyarak, imkânlarını kullanmak değil, devletin imkânlarını adil bir şekilde vatandaşına kullandırtmaktır.
Şuanda devleti yöneten siyasi ideoloji ne yapıyor? Bu ideolojiyi benimseyenlerle, mecburen benimsemek zorunda kalanlarla benimsemeyenlere ayrı muamele yapıyor…
Üstelik bunu “devlet” adına yapıyor. Tehlikeye bakar mısınız?
Devlet, bunu yapmaz, yapamaz! Bu ülkede yaşayan herkes eşit haklara, eşit muameleye sahiptir.
Devlet, her esnafın, her iş insanının, çiftçinin, işçinin, memurun gelirinin yüzde 40-50’sine ortak olabilir mi?
Olamaz, olmamalı.
Bir devletin ekonomik kurgusu; fakirden alıp, zengine vermek olabilir mi?
Olamaz, olmamalı.
Devlet, pandemi süresinde alınan önlemler karşısında vatandaşını evine ekmek götüremeyecek hale getirir mi?
Getiremez, getirmemeli.
Devlet, küçük küçük destekler verip, yapılan zamlar, artan maliyetler karşısında herkesin ezilmesine sebebiyet verip, bu duruma göz yumabilir mi?
Yumamaz, yummamalı.
Ödemeyen senetler, kapatılan kepenkler, icralık olanlar, işsiz kalanlar, kapanma noktasına gelenler… Devlet dediğin bunlara çözüm üretmez mi, daha ciddi destekler verip, kurtarıcı planlamalar yapmaz mı?
Devlet, üniversite mezunu olmuş, KPSS’den 70’in üzerinde puan almayı başarmış ama atanamamış, işsiz bırakılmış, çalışacak ortam sağlayamamış olduğu işsizlere genel sağlık sigortasını yatırmadığı için ceza keser mi?
Kesmez, kesmemeli.
Devlet, pandemi önlemleri niyetiyle aldığı kararlara riayet etmeyen vatandaşlara ceza yazıp, tek bir siyasi partinin lebalep kongre yapmasına müsaade eder mi?
Denize girdiği için ceza yiyen, kendi evinin önünde yürüyüş yaptığı için, motosiklete iki kişi bindiği için, parkta, bahçede nefes almak istediği için, lokantanın bir köşesinde karnını doyurmaya çalıştığı için ceza yiyen vatandaşın hakkını yer mi devlet?
Yemez, yememeli.
Doğa katliamlarını, hukuka müdahaleleri, eğitimi, sağlığı, milli güvenliği, insan haklarını, kültür ve sanatı yazmadım bile…
Hal böyle iken bunları söylemek, eleştirmek, haksızlığa, adaletsizliğe karşı sesini çıkartanları “devlete karşı gelmekle” suçlamak, siyasi iktidarın en büyük koruma kalkanı gibi.
Milli hassasiyetleri koruma kalkanı yapan siyasi iktidarın, kendisini devletin yerine koyması pandemiden çok daha büyük hasarlar yaratıyor ve yaratacak.
Şuanda esnafın, işçinin, işsizin, memurun, çiftçinin herkesin devletin babalığına ihtiyacı var. Türkiye, tüm kaynaklarıyla, zenginlikleriyle eğer adaletli olunursa bu babalığı yapacak durumdadır. Sadece önünü açmak siyasi iktidarın işidir.
İktidarlar değişir, devlet değişmez.
Devletin tüm gücü kullanılarak yaratılan hasar, siyasi iktidar değiştiğinde ne olacak?
Yine bütün kurumlarıyla devlet mekanizması, bu yaraları sarmaya çalışacak.
Pandemiyi atlatacağız belki ama bu yaralar nasıl sarılacak bilemiyorum.
GANİTA KAYGILARIM
Ne Ganita, Ne Faroz, Ne Beşirli…
Artık buralarda kumsal da yapılsa herkesin gönül rahatlığıyla girebileceği plajlar olmaz. Kadınlar, şehir merkezinde denize girmez.
Güzel bir plaj yapılmadığı için değil, eski Trabzon’daki o kültür, o medeniyet, o kent kimliği kalmadığı için…
Bu sebeple şehir merkezinin sahil şeridinde yapılması planlanan plajlar amacına ulaşmayabilir.
Ama yine de doğallığı korunarak düzenlemeler yapılmalı.
Ganita ve sahil düzenlemesi elzem olan bir durumdu. Trabzon Büyükşehir Belediyesi’nin projesini inceledim. Proje olduğu gibi uygulanırsa gayet güzel…
Fakat önümüzde o kadar kötü örnekler var ki, bu nedenle bir güven sıkıntısı yaşıyoruz.
Mesela Zağnos projesi…
Kuş uçmaz kervan geçmez bir yer.
İşlevsiz ve keyifsiz…
Mesela Akçaabat’taki millet parkı.
Sahilde deniz doldurularak 150 dönüm arazi elde edilmiş.
Millet parkı adı verildiği alana 12 tane kamelya yapılmış.
Bir de mescit.
Bu mudur yani?
Vizyon bu mudur?
Akyazı projesi yine deniz doldurularak yapıldı.
Projenin ilk hali ile şu andaki halini bir karşılaştıralım.
Ne vaat edildi ne yapıldı, ya da yapılmadı…
Önümüzde böyle örnekler varken gerçekten Ganita ve Gülcemal projesi için Trabzonluların endişelenmesi çok doğal.
Tek güvendiğim şey; Trabzon Büyükşehir Belediye Başkanı Murat Zorluoğlu’nun verdiği demeçler… Ganita için ne diyor Zorluoğlu, “Bütüncül bir anlayıştan uzak, parça parça betonlaşmış ve hakikaten hiçbir doğallığı kalmamış. İçim cız etti. Şuan ki hali içler acısı. Başladığımız bu büyük dönüşüm projesi tamamlandığında Ganita- Faroz arası sadece Trabzon’da değil, Karadeniz’de ve Türkiye’de örnek bir sahil düzenleme çalışması olacak. Trabzon’un imajına kesinlikle çok olumlu katkı yapacaktır”
Ganita 2 yıl sonra bitecek.
Bizler de inşallah, insanların keyifle vakit geçirebileceği, sermayeye değil, vatandaşa hizmet edecek, doğallığı korunmuş bir Ganita göreceğiz…
Devlet ona hakim olanın baskı aracıdır. En somut örneğini yaşıyoruz