Hasan Ali Yücel ve Bener Cordan meselesi
Trabzon’da okulların isimlerinin değişimine karar verilmesi ve sonrasında yaşananlar içerisinde birçok dersi taşıyor.
Öncelikli olarak Türkiye’nin barış ikliminde yönetici ve siyasilerin aldıkları kararlarla toplumun farklı kesimlerini tahrik etmesinin ne kadar yanlış olduğunu görmüş olduk.
İkinci olarak AKP iktidarının bazı söylemlerinden, bürokratların “durumdan vazife çıkarıp” Cumhuriyetin temel değerlerine nasıl saldırmak ve bu değerleri yok etmek için nasıl fırsat kolladığını görmüş olduk.
Üçüncüsü ve bizce en önemlisi bu toplumun, bu basının, bu sivil toplum örgütlerinin gerektiğinde değerlerine nasıl sahip çıktığını yanlışta nasıl geri adım attırdığını görmüş olduk.
Burada basına bir parantez açmak gerekir.
Zira basın dediğimizde hemen her kesimin mesafeli durduğu basın işini iyi yaptığında böyle yanlışların önüne geçiyor.
Trabzon basınında bunun örnekleri giderek azalsa bile, çoktur.
Özellikle internet medyası ve Kuzey Ekspres gazetesi bu konuda yayınlarıyla önayak oldu.
Emeği geçenleri kutlamak ve bundan sonrası için bir örnek olması açısından kayda geçirmek gerekir.
Siz ne iş yaparsınız, diyenlere verecek az sayıdaki cevabımızdan birisi olsun.
Zira bu konuda siyasilerden ve STK’lardan önce basın ayağa kalktı.
Bir başka parantezi de Sayın Trabzon Valisi Yücel Yavuz’a açmak gerekir. Kente geldiği günden bu yana kararlı devlet adamı duruşu ve halkın her derdine koşma çabasıyla dikkatimizi çekmişti.
Trabzon’un uzun zamandır görmediği bir vali profili çiziyor.
Umarız siyasi hesaplaşmaların kurbanı olmadan görev alanına karıştırmadan devletin valisi gibi kararlarını almayla devam eder. Bizim bu kentte il yöneticisinden, mahalle başkanından talimat alan valileri de görmüşlüğümüz var.
Sayın Yavuz’un eşi Sengül hanımın da yaptığı etkinlikler dikkatimizi çekiyor.
Hasan Ali Yücel ve Bener Cordan meselesinde isimlerin iade edildiğini dün vali bey açıkladı. Bizim açımızdan tebriği ve kent adına teşekkürü hak eti.
Bu kararı alanlara da iki çift laf etmeden geçmeyelim.
“Senin ne dı zorun, daa işin yok miydi?” diyelim bu kenttin sahiplerinin ifadeleriyle.
Şehitlerimizin ismini tabi ki yaşatalım. Onlar bizim her zaman kalbimizde ve başımızın üstünde.
Ancak her krizi fırsata çevirmek de neyin nesi.
Ülke bu kadar birlik beraberliğe ihtiyaç duyarken senin bu yangına benzin dökme veya yangın çıkarma hevesin neden?
Her seferinde “Koyun can derdinde, kasap et” klasiğini yaşatmak zorunda mısınız bize.
Mesela yazar Turan Eser, “Yeni Türkiye Cemaati, Hasan Yücel’in Türkiye’sinden, Yavuz Sultan Selim’in Osmanlısına Yolculuktur” demiş…
Bu toprakların değerlerine saldırmaktan vazgeçmek için yeterince bedel ödenmedi mi?
15 Temmuz darbe gecesi ve sonrası hangi değerlere sığındıysak, Hasan Ali Yücel de o değerlere çok büyük katkısı olan bir isimdir.
O değerler ki Ortadoğu cehenneminde bizi ayakta tutan en önemli unsurlar.
15 Temmuz gecesi şehit olan vatandaş, Hasan Ali Yücel, Türkiye’sinin cesaretiyle meydana inmiştir. Hala Osmanlı’daki gibi tebaa olsaydı halk bırakın sokağa çıkmayı ışıklarını söndürürdü. Bunu anlamıyor musunuz?
Hasan Ali Yücel ismini ortadan kaldırarak cesaretin adına başka bir yorum getirmeye çalışmak yine binilen dalın kesildiği anlamına gelir.
Hasan Ali Yücel sınavını kazanmamalılar…
Demokrasi şehitlerimizin adını antidemokratik uygulamalarla yaşatma çabalarınızı anlamak istemiyoruz.
YAKUP’UN İSYANI
Gazeteciliğe ilk başladığım gazetede iki yazarın yazılarını takip ediyordum. Birisi şimdiki Basın İlan Kurumu müdürümüz Muharrem Mermertaş, diğeri ise Trabzon AB Bilgi Merkezi sorumlusu Yakup Karbuz.
Yazılarını takip ettiğim yazarlarla mesai arkadaşı olunca kendime pay çıkarıyor ve yaptığım işin çok önemli bir iş olduğunu haliyle kendimin de çok önemli olduğunu düşünüyordum.
Fikirlerini, yazarlıklarını, cesaretlerini ve en önemlisi yazdıkları yazılara hiçbir zaman ters düşmeyen kişiliklerini her zaman takdir ettim bu iki ismin.
Her zaman hayran kaldım. Yakup da, Muharrem de gazeteciliği bıraktı.
“Bırakmak zorunda kaldı” da diyebiliriz…
Trabzon medyasının böyle daha birçok değer kaybı var maalesef…
Bana kim kaybetti diye sorarsanız, ben “Trabzon” derim.
Şimdi başka kurumlara hizmet ediyorlar sağlam kişilikleriyle.
Yakup, sosyal medyadan gazetecilikten soğumasının en temel sebebini paylaşmış.
Çok önemli bir tespit olduğu için sizlerle paylaşmak istedim;
“Gazetecilik yapmaktan vazgeçmemin belki de en temel sebebi, gözümde büyüttüğüm pek çok insanı yakından tanıyınca tiksinmiş olmamdır. (Diğer sebepler ayrı yazı konusu ve bu dediğimden daha önemli gerekçelerdir benim için) Hala da öyle. Mesleği yeni bırakan ve kuşkusuz halihazırda "gazetecilik!?" yapan tiplerle ne yazık ki tanışmaya, karşılaşmaya devam ediyorum zaman zaman; nasıl bir ukalalık, nasıl bir lüzumsuz kendine güven hali.. Bunu derken halen mesleği sürdüren, benim gibi bırakan, üstelik iyi konumda olan ve bu dediğim çerçevenin dışında kalan tanıdığım pek çok güzel insan da var. İyi ki de varlar. Ama kariyeri boyunca ve hala doğru dürüst hiçbir işe imza atamayıp (Ki iyi iş yapmak da ukalalığı haklı çıkartmaz bence) caka satanları gördükçe... Off bu nasıl bir b.klaşma halidir diyorum. Diyorum, ne yapabilirim...”
Benim şansım birlikte çalıştığım gazetecilerin kişiliklerinin de yazıları kadar sağlam olması idi.
Şansızlığım ise onlar mesleği bırakınca, Yakup’un tarif ettiği gazetecilerle aynı kulvarda olmak…
EYLÜL HATRINA…
Elif, Eylül, Başak…
Beni tanımlayan, tamamlayan bu üç kelimedir.
Eylül’ün burcu Başak’tır,
Eylül ayına en çok yakışan ikinci isim ise Elif…
Hayatımın bir ömürlük en güzel tesadüfüdür doğum tarihim ve ismim.
O yüzden Eylül’de en çok kendime dönerim.
***
Eylül başlangıçtır aynı Elif gibi…
Yenilik, yenilenme,
Sanki bana bu ay hep Ocak…
Yıl dönümü, koca bir yılla hesaplaşma günü…
İstersen hüzün, istersen dinginlik, istersen umut yağmurları,
Seç, beğen al…
Tarifsiz bir kokusu, ısısı ve rengi vardır Eylül’ün, ilkbaharı dahi kıskandıran,
sıcaklığın arasında yüzüne değen soğuk rüzgâr, toprak, yeşil ve denizin kokusunun en yoğunlaştığı anlar, gökyüzünün katıksız maviliği sanki yaza elveda derken doğanın jübilesi gibi…
***
Yarın doğum günüm…
9 Eylül…
Kurtuluş ve kuruluş günü olduğu için ayrıca gururluyum.
İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşu, Atatürk’ün partisi CHP’nin de kuruluşu…
Medeniyetin tohumlarının atıldığı değil, saçıldığı tarih.
Bazen dünyada olmanın büyük bir şanssızlık olabileceğini düşünsem de her yıl böyle bir tarihte doğduğum için de şanslı hissediyorum kendimi.
Eylül çocuğu olmak, Atatürk’ten bir anı taşıyor olmak, Elif olmak sanki bir ayrıcalıkmış gibi,
belki de böyle daha çok buluyorum kendimi…
Yaş geçiyor ya hani insan kendine biraz daha yakınlaşıyor sanki…
Tam bulduğunda da ölecekmiş gibi…
***
Ülkemizin sırat köprüsü misali, yüksek gerilim hattı üzerinde dengede kalma çabalarının kaybettirdiği psikoloji eşliğinde yeni bir döneme giriyoruz,
2016 yılının son dönemecine…
Her şeye rağmen güçlü olmanın yolunun yine sabır ve şükürden geçtiği bilinci ile dört elle sarılıyoruz hayatımıza, ailemize, sevdiklerimize, işimize ve memleketimize…
Umarım doğanın jübilesinin güzelliğini biz insanlar da ülkemize getirmeyi başarabiliriz.
***
“Bir insan gözü yüzünden yüz gün uyumamak” varken,
Yüzlerce şehit verdiğin bu ülkede her gün uyumak…”