Yalnız kaldıysan
Kalkıp pencerenden bir bak,
Güneş açmış mı?
Yağmur düşmüş mü?
Dön bak dünyaya.
Herkes gitmişse,
Sakince arkana dön bir bak
Dostun kalmış mı?
Aşkın solmuş mu?
Dön bak dünyaya.
Bir sonbahar kadar yalnız,
Bir kış kadar savunmasız,
Ya da ilkbaharsan,
Yolun başındaysan,
Asla vazgeçme!
Dön bak dünyaya…
Pinhani’nin şarkısı, çok severim...
Çok umutsuz olduğum zamanlarda değil, tam aksine hep umutlu olduğum zamanlarda dinlerim.
Çünkü o bir sınırdır. En umutsuz olduğun noktada hala hayattaysan umut kendiliğinden yeşerir , sen bile inanamazsın!
Evet… Her zamanınkinden farklı bir süreç yaşıyoruz.
Ne var ki; insanın yaradılışı her koşula uyum sağlıyor ve alışmak hatta unutmak gibi özelliklerimiz olduğu için yaralarımızı kolayca sarabiliyoruz.
Son 2 yılda her halde görmediğimiz çok az şey kaldı.
Dünyanın dengelerini bozduğumuz için zannediyorum bizimle yarışıyor, kendi dengesini yeniden kurmaya çalışırken en fazla acıyı dengesini bozana yaşatıyor.
Akıl, bilim ışığında hareket eden toplumlar elbette daha az zarar görüyor.
Peki Türkiye?
Mantık çerçevesinde asla anlaşılamayan, çıkar, menfaat dışında hiçbir zemine oturtulmayan bir yönetim anlayışı ile dengesini oturtmaya çalışan dünya karşısında ülke olarak derin mağlubiyet yaşıyoruz.
Koronavirüsle mücadele etmeye çalışıyoruz, en yakınımızdaki insanları bu lanet virüs alıp götürdü. Acı üzerine acı yaşandı, acı üzerine acı yaşandı.
Sevinmeyi unuttuk, gülmeyi unuttuk.
Güzelim Marmara denizi ilk defa müsilajla salya haline geldi, ülkenin bir yanı ateşle, bir yanı suyla sınandı, hem de ne sınanma…
Acı üzerine acı, acı üzerine acı yaşadık, gülemedik bir türlü gülemedik…
Ekonomik koşulların zorluğu ile birlikte bu büyük belaların üzerimizdeki etkileri büyüdükçe büyüdü, çoğaldıkça çoğaldı…
Kendini ısrarla devlet yerine koyan seçilmiş iktidar partisinin inanılmaz koyvermişliği bütün bu felaketlerde bir başka felaket olarak gün yüzüne çıktı.
Felaketlerin yaşandığı anlarda güven tükendi, inanç tükendi, tabiri caizse her koyun kendi bacağından asıldı…
Sıradan vatandaşsan hele yoksa bir tanıdığın, kaldın kendinle el ele baş baş başa…
Şükür etmeyi kendimizin tercih edeceği zamanlar geçti gitti, şükür mecburiyet oldu!
Mecburen şükrettik halimize…
Ama şunu da biliyoruz ki; bizi şükretmeye mecbur bırakan o güruh hepimizin sahip olduğu ülkenin zenginliklerini aralarında pay etti.
Biz bu ülkenin kaynaklarının ne kadar zengin olduğunu, varlık içinde yokluk çektiren yönetimlerin geçmişte olduğu gibi er ya da geç kendi kendini bitireceğini biliyoruz. Tarih örneklerle dolu…
Yangın ve sel felaketinde gördük ki, kendini devlet yerine koyan siyasi parti yetkililerinin sınıfta kalmasına rağmen vatandaş müthiş bir dayanışma, sağduyu ve duyarlılık örneği sergiledi.
Sanatçılar, iş insanları sürecin yönetilmesine, insanların örgütlenmesine, yardımların yönetilmesine yön verdi.
Sadece felaketlerin yaşattığı acılara değil, tüm olumsuzluklara rağmen yardımlaşmalara, dayanışmalara da gözyaşı döktük.
Felaket hangi şehirdeyse hepimiz o şehirli olduk.
İnsan olmaktan asla vazgeçmediğimizi gösteren yüzlerce örnek yaşadık.
İnsana can, hayvana canan gözüyle bakan milyonların varlığını hissettik…
Umut yeşerttik.
'Biz bize yeteriz' dedik...
O yüzden asla vazgeçmeyeceğiz...
Dönüp dünyaya bakmaya devam edeceğiz, umutlarımız her zaman yeşerecek...