Herkesin bildiği şeylerin artık çok az kişi tarafından ifade edilmesi, bilinenlerin önemini iki kat arttırıyor aslında.
"Herkes biliyor" diye kronikleşmiş sorunları dillendirmemek bir kabulleniş ve işine gelme hali, dillendirmek ise gayet olağanken, cesaretli bir duruş oluveriyor.
Toplum için bundan daha korkunç bir şey olamaz.
Özgür iradesini kullanmamak üzere yapılandırılmış bir sistemin içinde dayatılan yaşam tarzını benimsemek zorunda kalmak ve şekillenmek insanın önce kendine olan saygısını bitirir ve sonra çevresine karşı olan saygısını...
Farkında olmadan bunları yapar.
Sonuç budur.
Birilerinin zaten kendisi yerine düşünüp karar verdiğini gördüğü için algısının yönetildiğini fark etmesi oldukça güçtür.
Bilinci nasır tutmuş kalabalıklar halinde, geleceği koşar adımlarla mahvettiğimizin fotoğrafını çekmek hiç bir profesyonellik gerektirmediği gibi sadece cesaret işi haline gelmesinden bahsediyorum.
Değerlerimiz vardı bizim.
Hala var...
İnanmamak, ümit etmemek, kaybedişi kabullenmek sayıldığından "hala var" diyorum.
Mesela daha tahammüllüydük birbirimize karşı.
Düşüncelerimizi çarpıştırdığımızda yeni fikirler çıkardı, çarpışma sonucu kavga çıkmaz, fikirlerimiz ölmezdi.
Mesela ayıp örterdik eskiden, başkalarının ayıplarını halı gibi üzerimize serip, kendimizi gizleme çabası içersine girmezdik.
Her halimizin sergilenmesi üzerine kurulu sosyal medyada yarattığımız karakterler sayesinde en çok gösteremediğimiz yüzümüzle yüzleşmek en acıtan sonuçtu belki de...
Daha duyarlıydık mesela...
Kapımızın önünden başlayıp, yan komşunun kapısının önünü de temizlemenin mutluluk verdiği zamanları yaşamıştık, "bana ne" demeden...
Mesela evimizin çelik kapısı ve iki-üç tane ayrı anahtar girişi yoktu...
Çoğumuzun kapısı açıktı bile...
Ramazan ayında kumanya dağıtırdık, iftarı lüks masalarda değil, komşularımızın evinde umduğumuzu değil, bulduğumuzu yiyerek, muhabbetle geçirirdik.
Kurban bayramında ise kurban etini dağıtır, mangal sefaları yapmazdık.
Tatile Antalya, Bodrum yerine köye giderdik.
Cuma namazı fotoğraflarının, gizli yapılması makbul olan ibadetlerimizden daha öncelikli sırayı alması, hac fotoğrafları ile ihale yollarının açılması, "hediyeleşmek sünnettir" adı altında bakanlara, vekillere, müdürlere rüşvet yağması gibi çelişkili bilinçlerle dolup taştık.
Hem inancımızın gerektirdiği, hem de gelenek ve göreneklerimizin ana unsurunu görmezden gelerek "Kendin için yaşa kültürünün" tezahürleri ile birlikte giderek yozlaştık, bilinçsizleştik, duyarsızlaştık ve aynı oranda hırslandık ve hırçınlaştık.
Bizi "biz" yapan, elimizdeki bütün hazır yaşam kılavuzlarımızı yok saydık.
Kötü yönetildik, yönetiliyoruz da ama bu en basit örneği ile tavuk-yumurta hikayesinin ta kendisidir.
Yeni bir bilinç geliştirmek zorundayız artık.
Bencilleştiğimiz için bu hiçte zor olmayacaktır.
Önce kendimizden başlayalım o zaman.
"Bir insanın bizi mutlu etmesinden daha çok başka bir insanı mutlu ederek mutlu olmak" başlangıcın en kolay yöntemi olabilir.
Herkese mutlu bayramlar...
Kurban etinizi buzdolabınızın derin dondurucusuna değil, komşunuzun buzdolabına koyun.
O belki de hemen yiyecektir.