Türkiye bir taraftan Suriye ile diğer taraftan mültecilerle çok ciddi bir sınavdan geçiyor.
İki olayda da inanılmaz canımız yansa da, uykularımız kaçsa da hiç bir şey yapamıyoruz.
En fazla yapacağımız şey, "Şehitlere Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı" dilemek, mülteciler konusunda da sınırda evsiz, aç, susuz, parasız canı pahasına umuduna koşanlara yardım eli uzatmak.
Ve yapacağımız yardım hangi çocuğu ölümden kurtarabilir?
Hal böyle iken yüzümüzün gülmesi, geleceğe umutla bakabilmemiz, endişesiz, kaygısız yaşamamız çok uzun zamandır hiç mümkün değil.
Bu iki olayı da ana akım medyadan takip etmemeye çalışıyorum.
Gerçekten insanı çıldırtıyorlar.
Daha çok sosyal medyadan güvenilirliğine inandığım kişilerin yayınlarından takip ediyorum.
Ana akım medya, çıkar ve menfaate dayalı yayın politikasıyla gerçekten aklımızla oynuyor, midemi bulandırıyor.
Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, dünden beri gözümüzün önünden gitmeyen, sınırda yaşanan insanlık dramını en acı şekilde gözler önüne seren minik bedenin yaşam mücadelesini WhatsApp guruplarının ne kadar etkin olduğu konusuna bağlamış.
Bu fotoğrafı WhatsApp gurubundan görmüş.
Yazısına da " Şu ıstırap karesini kaç kişi kimden ve ne zaman öğrendi" başlığını vermiş.
O çocuğun çaresizliği kendisine hiç bir duygu yaşatmamış olacak ki, köşesinde tek bir satırla "Bu mülteci sorunu nasıl çözülür?" diye soramamış.
Yazıklar olsun.
"Gerçekten birilerine yaranacağım, koltuğum elimden gitmesin" diye hiç bir duyarlılık hissetmemek bence bütün savaşları kaybettiğimiz noktadır.
Ertuğrul Özkök bile böyle yazıyor, diğerlerini anlatmaya dilim varmıyor.
***
Dünyanın gözü önünde yaşanan bu insanlık dramının bana neler hissettiğini anlatmamın da gerçekten pek bir manası yok.
İnsansan zaten için parçalanır.
Bir kez daha Avrupa'nın o hain yüzünü görmüş olduk.
Bizim bu dramı dünyanın gözüne sokabileceğimiz bir politika izlememiz kanaatindeyim.
"Türkiye'yi beğenmiyorlar ve gidiyorlar..." demekte ki haklılığımız "Ne halleri varsa görsünler" dememiz anlamına gelmez.
Öte yandan ben de bir Türk vatandaşı olarak Avrupa'da yaşamak istiyorsam, (eğitim ve yaşam standartları açısından) elin Afkanlısının "Avrupa" hayaline ırkçılıkla yaklaşamam...
***
Elbette sağduyulu ve sakin olmak gerekiyor.
Ateşe körükle gitmemek gerekiyor.
Fakat doğru soruyu, doğru yerde sormak belki de elimizden gelen en önemli şey.
Kahramanlık duygularımızda "Ya Allah, bismillah, bir ölür, bin diriliriz" deyip Suriye'ye gitmek istemek çok kolay. En kolayı bu. İntikam duygusu...
Ama gerçekten bir o kadar da saçma.
Bir o kadar da kandırılmışlık.
Şimdi gerçekten soruyorum;
Bir şehit ailesi çıktı ve dedi ki;
"Benim oğlum neden öldü?, Bana net bir cümle ile açıklamayabilir misiniz?"
Dese...
Her kafadan onlarca cevap çıkar.
Bize onlarca cevap gerekmiyor.
Bize tek bir cümle gerekiyor.
Ve biz bunu kamuoyu olarak bilmiyoruz.
Kimse bilmiyor.
Fikir yürütüyoruz.
Hesap ne?
Büyük oyun ne?
Türkiye İdlib'te güvenlik savunmasında mı? , Yoksa "Ben de buradayım" mı demek istiyor?
Binin üzerinde Türk askeri İdlib'ten nasıl çıkartılacak?
Bu anlamda Erdoğan'ın Putin'le görüşmesi büyük önem taşıyor.
"Biz konuyu şehitlik mertebesi boş kalsın mı, kalmasın mı?" üzerinden tartışma gafleti içindeyken gerçekten savaşa mı sürükleniyoruz bilemiyoruz.
Umarım Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ne yaptığını biliyordur.
En büyük başarı kimsenin burnu dahi kanamayacak politikalar üretebilmektir.
Huzurlu, geleceğe umutla bakabilecek bir ülke yaratabilmektir.
Yoksa şehitlere dua okumayı, onların acılarına ortak olmayı hepimiz çok iyi biliyoruz.
Yazım dilinize bayılıyorum, Trabzon'da sizden iyi kalem okumadım.