Namus, vicdanıyla baş başa kalan insanın yüzünün kızarmamasıdır...
Filozof Davudof
Türkiye’de yozlaşmanın başlangıç noktası 12 Eylül 1980’dir demek elbette tamamen doğru bir saptama değildir. Ama bugünkü sonuca nereden geldiğimizi soranlara bir tarihi vermek gerekirse ki gerekir, çok doğru bir nokta atışıdır 12 Eylül 1980. Çünkü yozlaşmaya yüzde 92,37 evet demiştir Türkiye halkı o zaman. 30 yıl sonraki 12 Eylül’de de bu kararının sonuçlarını yüzde 57,88 oranıyla onaylamıştır...
Gelin biraz bunun üzerinde jimnastik yapalım desem ne dersiniz..? Mesela 12 Eylül 1980 öncesi anketlerine bakalım önce. Seçimden önce kimin ne kadar oy alacağı bilinir miydi, hayır elbette bilinmezdi. Çünkü anket manket yapılmazdı. Bir daha çünkü, istatistik mistatistik bilimden sayılmazdı o zamanlar. Yani siyasetçiler de halka sormazdı sanatçılar da. Mesela Mustafa Kemal halka sorsaydı Cumhuriyet mi ilan ederdi halife mi olurdu diye bir düşünün isterseniz. Ya da Nazım halka sorsaydı isyan mı yazardı yoksa Necip Fazıl gibi Başbakan’a methiyeler mi düzerdi..?
Düşünün; isyanı yazarak memleketinden olan bir memleket şairinin adını ağzına hiç almayan bir dünya lideri(!) “biz dik durmayı Necip Fazıl’dan öğrendik” diyor hiç utanmadan. Aslında kendisi de biliyor bir komedi oyununda bile böyle bir repliğin çok abartılı olacağını. Ama diyor işte. Niye diyor, ne için diyor; işte orası Türkiye aydının utancı olmalı ama onlar da hiç utanmıyor. Siz düşünürken ben bugünden katkıda bulunayım biraz düşüncelerinize...
Nasıl oldu peki..? Bizi buralara nasıl götürdüler..? Kimler götürdü..?
İnsanlara işlerini yapmanın sadece karınlarını doyurabilmeleri için çalmaları gereken bir enstrüman olduğunu kabul ettirebilirseniz ondan sonra sadece sizin istediğiniz melodileri çalarlar. Dünyadaki süreç hakkında bir bilgim yok ama Türkiye’yi bu yola sokan 12 Eylüllerin ilkidir. 30 yıl sonraki 12 Eylül ilkinin son durağıdır. Artık ressam sizin istediğiniz tabloyu yapar, şair sizin istediğiniz şiiri yazar, yazar sizin istediğiniz romanı yazar, yönetmen sizin istediğiniz filmi çeker, sanatçı sizin istediğiniz türküyü söyler, gazeteci sizin istediğiniz gazeteyi çıkartır, televizyoncu sizin istediğiniz programları yapar. Eğitim sistemi de sizin istediğiniz nesilleri büyütür günümüzde olduğu gibi...
Yani o ülkede bir daha Abidin Dinolar, Nazım Hikmetler, Yaşar Kemaller, Yılmaz Güneyler, Ahmet Kayalar yetişmez...
Öyle büyüyen insanlara anketlerle ülkeyi nasıl yönetelim diye soran siyesetçiler de ülkeyi böyle yönetirler işte. Her yıl çağ atlarsınız ama bir türlü çağa yetişemezsiniz. Bütün dünya sizi bu yüzden kıskanır mesela. Kurallar, bilimsel kurallar bile her gün yeniden yazılır. Hukuk hergün değişir. Kendi durumuyla ilgili 3 kere gittiği AİHM’nin başka biriyle ilgili kararı için “AİHM kararları bizi bağlamaz” der o ülkeyi yönetenler. Yani artık bir daha o ülkenin Mustafa Kemalleri olmaz...
Sonuç olarak Türkiye aydını; Doğan medyasındaki CNN’de Selahattin Demirtaş’la türkü söyleyen Ahmet Hakan’la Tüpçü medyasındaki CNN’de Uğur Işılak’la türkü söyleyen Ahmet Hakan arasındaki fark kadar kalır. Ama hangisinden hangisini çıkarınca kalan fark kadar onu kestiremiyorum işte...
Düşünün kestireceksiniz. Düşünmeyen aydınları da vicdanlarıyla baş başa kalmaya davet ediyorum. Eğer hala yüzlerini kızartacak kadar namusları kalabilmişse...