Rengarenk çiçekler açardı çocukluğumun yazlarının geçtiği dağlarda. Zamanı gelince de dağları vargit çiçeklerine bırakıp giderlerdi kimseye hoşça kal demeden. Geceleri rüyalarımda kanatlanıp uçardım hep o çiçeklerin üstünden ben. Sabahları uyanır uyanmaz da babaannemin kucağına uçardım rüyalarımı anlatmak için. “Rüyada uçmak mutluluktur ama gündüz mutlu olmak için uçmağa kalkma sakın, hem gündüzleri uçmak çok tehlikelidir oğlum” derdi babaannem. Öyle mutluydum ki çocukken ben. Yüreğimin benden daha hızlı uçtuğunu hissederdim hep. Yerinden çıkarak kanatlanıp sana uçarmış meğer. Oysa kim olduğunu da bilmezdim senin...
Sonra..! Sonra sen çıkıp geldin işte. “Ben O’yum” dedin. Her gün değişmeye başladı dağların rengi. Suyun tadı, derelerin akışı, kuşların uçuşu...
Hiçbir şey eskisi gibi kalmamıştı artık. Kanatsız da uçabiliyordum gündüzleri, babaanneme inat. Hatta rakının bile tadı değişmişti. Sanki her kadehime sen damlıyordu biraz...
Bütün gençliğim böylece uçup gitti işte. Sonra dağlarda açan vargit çiçeklerini avuçlarımda açtırdın sen. Ben de çekip gittim işte ardıma bakmadan. Hem hep terkedenler mi gidermiş ardında bıraktıklarına bakmadan. Terkedilenler de hep bu yüzden gitmemişler midir sanki..?
Çoğunuzun “bunları bizlere niye anlatıyorsun?” diye sorduğunu duyar gibi oluyorum. Haftaya Nietzsche ile kavga edeceğiz de onun ön sevişmesini yapıyorum işte. Bu da benim yolum...
Haa unutmadan..! İnatçı, aksi, sinirli, lanet bir adamın tekidir Nietzsche. Ona göre hazırlıklı gelin haftaya...
Sevgiyle...
Muhteşem bir yazı. Okurken yen..Muhteşem bir yazı. Okurken yeniden yaşatıyor çocukluğumu ve devamındaki gençliğimi. Tebrik ediyor, bu tür yazılarınızın devamını haseten rica ediyorum.