Sevgili Çocuk,
Anımsar mısın sana “hiç değişmeyeceğim” diye verdiğim namus sözümü. Sonraki zamanlarda da bu sözümü tutmakla hep övündüğümü…
Atatürk’ün öldüğü yaşa kadar değişmedim hiç. Daha doğru bir anlatımla, bu yaşa kadar hiçbir şey değiştiremedi beni yani. Kısaca Dr. Che misali; ben bir ülkede bir şeyleri değiştirmek için bir ömür harcadım ama olmadı işte. Ama olsun o ülke de beni değiştirip kendine benzetemedi sonuçta…
Arkadaşlarımın inandıkları, inanmadıkları, sevdikleri, sevmedikleri, siyasi görüşleri, olmayan görüşleri beni hiç ilgilendirmedi. Daha çok karşı mahalleden arkadaşlarım oldu üstelik. En çok onlarla rakı içtim, en çok onlarla türkü söyledim. En çok onlardan yol arkadaşlarım oldu. En çok onları sevdim. Onlar da beni sevdi, çoook..!
Seçim miydi referandum mu bilemediğim 14 Mayıs akşamı sonuçları takip ederken elimde telefonla uyumuşum. Sabah uyandığımda telefon hala elimdeydi, gösterdiği sonuçlar da hala aynıydı. Ben aynı değildim ama. Kalktım hemen gidip aynaya baktım, evet karşımdaki bendim ama kendime öyle yabancıydım ki. Ruhuma bakayım dedim, “bekle biraz” dedi. “Sabret, özümse” diye de devam etti. Hala bekliyorum…
İşe yaradığımı hissettiğim zamanlar mutlu olurum. Bu yüzden bütün hayatımı başkaları için harcadım ben. “Başkaları” kelime olarak sevimsiz ama “sevdiklerim için harcadım” demek de doğru gelmiyor bana şimdi. İnsan sevdikleri için feda etmez mi hayatını sanki. Ona harcamak da denmemeli bu yüzden. Yani çıkamıyorum işin içinden şimdi. Şöyle bağlamaya çalışayım. En azından ben hayatımı feda edecek kadar sevdim onları. Birgün “değer miydi lan..?” sorusunu sertçe soracağım da aklımın ucundan geçmezdi hiç. Yaz boyunca hep onu sordum kendime. Değer miydi lan, değdi mi..? Tanrıdan yanıt bekliyorum hala…
Beklerken şöyle bir dünyaya bakayım dedim. Dünya 4 milyar 540 milyon yaşındaymış. Bizim kuşaktaki şansa bakın Allah aşkına.
Türkiye’de ortalama yaşam süresi 76 yıl. Anneannem yüzü geçmişti, annem hala yaylaya gidiyor 86’yı geçti, babam 65’de göçtü. Ben Atatürk’ün öldüğü yaştayım, 46 yıllık planlarım var hala…
Ulan, bu kadar ömrün 21 yılı Tayyip’le geçti iyi mi..! Ne kadar daha geçeceği de belli değil. Buna sebep olan insanlar hangi mahalleden hangi milletten hangi ümmetten olursa olsun benim hayatımda olmayacaklar bundan sonra. Belki de, ben onların hayatlarında olmayacağım daha doğru bir ifade olurdu ama bir kere öyle yazdım işte…
Neyse gel biz yine güzel tarafından bakalım çocuk..:
Zigana’nın tepesinde elinde Ahmed Arif’in bütün şiirleri olan 20 yaşındaki güzel bir kıza aşık olduğun zaman 28 yaşındaydın. 5 yılda tükettiniz o aşkı ama Ahmed Arif’i hiç suçlamadınız. İkiniz de yanlış adamdan öğrenmiştiniz aşkı ama Nazım’ı da suçlamadınız hiç. Neyse mahkemede de değiliz zaten, kimseyi yargılamıyoruz. Hem belki de Nazım’ın gösterdiği yol en renkli yoluydu hayatın…
Demet Akalın İbrahim Tatlıses gibi saray yanaşması türkücüler yoktu o zamanlar. Siz de Karacaoğlan’ı tanımadınız belki ama çağımızın Karacaoğlanı Musa Eroğlu’nu canlı dinlediniz en azından. Aşıkların babası Veyseli, kavgası Mahzuni Şerif’i, gönlü Neşet Ertaş’ı…
Müzik dijital değildi o zamanlar. Zırt pırt kaset çıkmazdı öyle. Ahmet Kaya kaseti beklerdiniz aylarca, bazen yıllarca daha içli rakı içmek için. İçerdiniz de hep…
Yılmaz Güney seyrettiniz, Tarık Akan. Fatma Girik, Türkan Şoray, Müjde Ar…
Yaşar Kemal okudunuz, Sabahattin Ali, Vedat Türkali…
Çok şükür Tuğçe Kazaz seyretmediniz siz. Uğur Işılak dinlemediniz. Metin Hara hiç okumadınız…
Yani şimdiki bize gelince, kısaca; Tayyip Erdoğan ve sürüsü hariç şanslıydık yine de…
Teşekkürler hayat…