Düşündü birdenbire kayalardaki adam,
kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri.
Kim bilir onlar ne kadar büyük,
ne kadar uzundular?
Birçoğunun adını bilmiyordu,
yalnız,
Yunan'dan önce ve seferberlikten evvel
Selimşahlar Çiftliği'nde ırgatlık ederken Manisa'da
geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek.
Dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saatı sordu.
Paşalar : «Üç» dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlayacaktı…
Nazım Hikmet
Bırakmadılar ama sen atladın..! Sana inananlar arkandan yürüdü ve sonra Cumhuriyet’e kadar gittiniz. Kurduğun genç Cumhuriyet bir sürü badireler atlatarak 100 yaşına giriyor yarın. Hangi tarafından anlatsam ki..! O kadar çok gerici bağnaz düşmanın var ki anlatamam Paşam. Nasıl anlatayım Amerikan uşağı sözde İsrail düşmanlarını..? Yaptıklarını anlat dersen onu hiç anlatamam Paşam. Yerlere Coca Cola dökmekten başka yedikleri hiçbir bok da yok, yok..!
Hiç utanmadan sıkılmadan, geldiği gibi giden gemiye binip kaçan adamlara ecdat, sana ayyaş demeğe devam ediyorlar hala. Etsinler Paşam, cehenneme kadar yolları var. Biz senin yolundayız. Onlar saraylarda yaşayıp manda yoğurdunun içine Medine hurması doğrayıp yesinler ardından da deve sidiği içsinler; biz beyaz leblebini rakının içine doğrar yeriz…
Neyse Paşam, sen boş ver bu Orta Çağ kafalı geri zekalı şarlatanları. Hani dediğin her şeyi yapmıştın ya, oradan devam edelim biz. Hani 13 Kasım 1918’de İstanbul’a geldiğinde bığazdaki işgal ordularının gemilerine bakarak yanındakilere “geldikleri gibi giderler“ demiştin ve 4 yıla kalmadan hepsini tek tek göndermiştin ya. Hani 8 Temmuz 1919 günü sabaha karşı Osmanlı askerliğinden istifa ettikten sonra “yaz çocuk : Zaferden sonra şekl-i hükümet, Cumhuriyet olacaktır” demiştin ve 4 yıl sonra yarın Cumhuriyet’i ilan etmiştin ya. Hani “yaz çocuk : Kastamonu’da şapka giyeceğiz” dedikten 6 yıl sonra 23 Ağustos 1925’de Kastamonu’ya gidip şapkayı halka tanıtmıştın ya. Sana söz bize dediklerini de biz yapacağız Paşam. Hani “benim naçiz vücudum elbet birgün toprak olacaktır fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” demiştin ya. Sana söz paşam, yarınki Cumhuriyet Bayramı törenlerini müslümanların sözde yası için iptal edip bugün dünyanın yarısının terör örgütü dediği Hamas’a destek mitingi düzenleyen Orta Çağ kafalı Cumhuriyet düşmanlarını da geldikleri gibi göndereceğiz ve kurduğun Cumhuriyeti sonsuza dek yaşatacağız…
Bayramımız kutlu olsun…