Röportaj: Elif ÇAVUŞTürkiye, hukuk sisteminin, yargının bağımsızlığının, seçim güvenliğinin tartışıldığı bir süreçte seçime gidiyor. Bu konularla ilgili sorularımızı Trabzon Baro Başkanı Sibel Suiçmez’e yönelttik. Suiçmez, özellikle yargının siyasallaşmasının çok tehlikeli sonuçları olabileceğine dikkat çekti ve “Yargı gücünün kötüye kullanılması durumunda silahın kime ne zaman döneceği belli olmamaktadır” dedi. FETÖ’CÜLER YARGIDAN GİTTİ AMA…Türkiye, hukuk sisteminin ve yargının tartışıldığı bir süreci yaşıyor ve yargıya güvenin son derece tartışıldığı bu süreçte önümüzdeki seçimlerin nasıl bir etki yaratacağını düşünüyorsunuz?Maalesef çok uzun bir süredir ülkemizde yargıya duyulan güven çok alt seviyeye düşmüş bulunmaktadır. Bu gerçek, yapılan çalışmalarla ortaya çıktığı gibi, devletin en üst makamında bulunan kişilerce de kabul edilmekte, dile getirilmektedir. Bizatihi Sayın Yargıtay Başkanı da Türk halkının yargıya duyduğu güven endeksinin %70 ‘den % 30’lara, Sayın Adalet Bakanı ise % 20’lere düştüğünü defalarca dile getirmişlerdir.Yargıya olan güvensizlik nasıl bu hale geldi?Yargıda; 15 Temmuz öncesinde yaşananlar ve 15 Temmuz sonrasında yaşananlar, yargıya duyulan güveni ortadan kaldıracak ortamı yaratmıştır.15 Temmuz öncesinde yargıya sızan FETÖ terör örgütü mensuplarının nasıl hukukun temel ilkelerini çiğnediklerini, hukuku işlevsiz hale getirerek çıkarları doğrultusunda kullandıklarını gördük. Kamuoyunun bildiği veya bilmediği birçok davada adalet yerine başka güçlerin etkisiyle alınan kararların sonuçlarını gördük, yaşadık. Nitekim bu haksız, adaletsiz uygulamalar ve kararlar sonucunda; birçok insanın hayatı karartılmış, yaşam hakları ellerinden alınmış, sağlıkları bozulmuş ve neticeten de birçok insan ölmüş veya intihar etmiştir. Türkiye yargının bağımsız ve tarafsız olmaması nedeniyle çok büyük bir bedel ödemiştir. Ancak o dönem yargının bu durumu yüksek sesle dile getirilmesine rağmen, siyasiler buna çözüm üretecekleri, bunu engelleyecekleri yerde vesayetlerin yargı aracılığıyla tasfiyesi olarak görmüş ve kendilerine engel gördükleri kurum, kuruluş ve kişilere uygulanmakta olan hukuka aykırı bu uygulamalara gereken işlemleri yapmamışlar, göz yumup teşvik etmişlerdir. Nitekim bundan cesaret alan yargı adeta freni boşalan kamyon gibi istediğinin üstünden geçmiştir. Siyasi iktidar, bu tehlikeli silahın kendisine de yönelmeye başladığını MİT operasyonu ve MİT başkanının gözaltına alınmasının istenmesiyle anlayınca duruma müdahale etmeye başlamıştır.15 Temmuz’la birlikte yargıda yuvalanan FETÖ terör örgütü mensuplarını temizlemek için hâkim ve savcıların çok büyük bir bölümü meslekten atılmış ve haklarında soruşturma ve kovuşturmaya başlanmıştır. FETÖ terör örgütünün yargıda bu kadar yoğun yuvalanmış olması nedeniyle adalet sisteminde sayısal anlamda çok büyük bir boşluk doğmuştur. Ayrıca halkta da adalete duyulan güven dibe vurmuştur. Yargıda ortaya çıkan hâkim-savcı açığını kapatmak için yeni hâkim ve savcı alımları yapılmış, stajını tamamlayamadan birçok hâkim-savcı göreve atanmıştır. Yani eğitimini tamamlayamadan tecrübesiz hâkim ve savcıların atanması adalet sisteminde sorunlar yaşanmasına yol açmıştır.
Öte yandan hâkim ve savcıların göreve atanması sırasında yaşananlar, yargının siyasal iktidarın yargısı haline geldiği izlemini yaratarak, yargıya duyulan güvenin iyice azaldığı ortamda güveni oradan kaldıracak hale gelmiştir.Türkiye her alanda olduğu gibi yargı anlamında da zor bir süreçten geçmektedir. Ancak adalete duyulan güvenin ortadan kalkması kadar, bir devlete zarara verecek bir husus yoktur. Bir devlette adaleti temsil eden kurum ve kuruluşlara güven azalırsa, o ülke vatandaşının devletine duyduğu güven ve aidiyet duygusu, vatandaşlık bağı zedelenmiş olur. Vatandaşlarımız ülkemizde yargının siyasallaştığını düşünüyor ve bu yüzden de yargıya duyulan güven gittikçe azalıyor. Bu konuda tüm siyasiler bir araya gelerek, ülkemizin önemli bir sorunu olan yargıya duyulan güvenin azalmasına yol açan tutum ve davranışlarını düzelterek, bunun milli bir mesele olduğunun bilincine vararak, gerekli yasal ve anayasal düzenlemeleri yapmalıdır. Bu nedenle 24 Haziran seçimlerinden hemen sonra gerekli yasal değişikliklerin yapılması gerekmektedir. Yargı, yasamadan ve yürütmeden bağımsız hale getirilmelidir.KUVVETLER AYRILIĞI ZORUNLULUK ARZ EDİYORSiyasilerin bu güvensizliği ortadan kaldırmak için nasıl bir yol izlemesi gerekiyor?Siyasilerin yargıdan ellerini çekmeleri gerekmektedir. Yargı kimsenin tekeline girecek bir güç olmadığı gibi ele geçirilmesi gereken bir kale de değildir. Yargıyı yıprattığımızda ileride telafisi imkânsız zararlar ortaya çıkmaktadır. Ülkemiz bunu tecrübe etti. Maalesef ülkemiz 15 Temmuz öncesinde ve 15 Temmuz sonrasında bu süreci yaşamaktadır. Yargının düzelmesi için sadece bizlerin “ siyaset karışmasın” demesi ve çabası yetmez. Tam tersi siyasilerin adaletin bağımsız ve tarafsız olması gerektiğine inanması ve bunu sağlayacak kanun ve kuralları ortaya koyması gerekir. Hâkim ve savcı güvencesinin sağlanması, yargının yasamadan bağımsız olması, bunun içinde yargının yürütmeden ayrı olması gerekmektedir. Kuvvetler ayrılığı sağlanmalıdır. Temel hak ve özgürlüklerin korunması, hukuki güvenirlik, yargının yürütmeden ve hükümetten ayrı ve bağımsız olmasına bağlıdır. Bunları yapamadığımız sürece, yargının tarafsızlığından, adil yargılanmaktan, hukuk devletinden ve hukukun üstünlüğünden bahsetmemiz mümkün değildir. Yargı belli güçlerin etkisine girdiğinde, çıkan sonucun adalet olmadığını yaşayarak gördük. Bunun bedelini ödedik ve ödemeye de devam ediyoruz. Yargı gücünün kötüye kullanılması durumunda silahın kime ne zaman döneceği belli olmamaktadır. Aynı filmi tekrara çekmenin ve seyretmenin bir anlamı yoktur. Hukuka uygun güç kullanımı olmadığında, bu güç bir süre sonra güç zehirlenmesine yol açmaktadır. Zehirlenme ise hem siyasilere hem de devlete zarar vermektedir. Bu nedenle adalet sisteminin siyasilerin gücünden ve etkisinden arındırılması ve kuvvetler ayrılığı prensibinin uygulanması zorunluluk arz etmektedir.EKONOMİK SORUNUN TEMELİNDE DE ohal VARTürkiye’nin OHAL’le yönetilmesinin ne gibi zararları olmuştur? Olağanüstü hal uygulaması anayasamızda yer alan anayasal bir durumdur. OHAL’in hangi durumlarda ilan edileceği ve içeriğinin nasıl olacağı yasalarımızda düzenlenmiş bulunmaktadır. 15 Temmuz sürecinden sonra OHAL ilan edilmesi yaşadığımız o süreçle orantılı bir karar olarak kabul edilebilir. Ancak bu sürecin uzatılması ve bunun olağan bir süreç olarak görülmesi, içeriğinin yasal çerçeveden çıkartılarak her konuda OHAL kararnameleri düzenlenmesi, temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamaların OHAL gerekçeleriyle giderek arttırılması konuyu tartışmalı hale getirmiştir. OHAL’in kanuni anlamından çıkartılıp, yönetmek için daha kolay bir yöntem olarak görülmesi sonucunda artık OHAL’in olumsuz sonuçları ülkemizde acı bir biçimde yaşanmaya başlamıştır. OHAL ile yönetilen bir ülkede demokrasinin olması ve gelişmesi mümkün değildir.Bugün ülkemizde gelinen noktada, ülke güvenliğinin OHAL olmadan da sağlanabileceği ortadadır. OHAL’in devam etmesi temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmakta, içerde ve dışarda ülkemizde demokrasinin ve hukuk devletinin olmadığı izlenimini vererek, ülkemize duyulan güveni azaltmaktadır. Bu durumda, ülkemiz aleyhine ekonomik, sosyal ve siyasal birçok sorun yaratmaktadır. Nitekim OHAL kararnameleriyle yapılamayacak bir sürü yasak düzenleme, OHAL kararnameleriyle yapılmakta ve ortaya hak ihlalleri çıkmaktadır. OHAL kararnameleriyle yapılamayacak düzenlemelerin yapılması karşısında Anayasa Mahkemesi’nin denetlememe yönündeki kararı da ülkemizdeki hukuki güvenilirliği ortadan kaldırmıştır. Nitekim Anayasaya açıkça aykırı uygulamalar sonucunda ülkemiz bugün her alanda sıkıntı yaşayan bir ülke konumuna düşmüştür. Bugün yaşadığımız ekonomik sorunun temelinde de OHAL kararnameleriyle yönetilmemiz vardır. Bunun sonucunda oluşan belirsizlik, hukuki güvenirlikten yoksunluk ve hukukun üstünlüğünden uzaklaşılması ülkemizin bu olumsuz süreci yaşamasına yol açmaktadır. Hukukçuların çok büyük bir bölümü, çok uzun bir süredir OHAL’in kaldırılması gerektiğini, bunun demokratik bir hukuk devletinde zorunluluk olduğunu söylemektedir. Trabzon Barosu olarak da ülkemizin demokratik bir hukuk devleti olması ve iç-dış birçok sorunun çözümü için OHAL’in kalkması gerektiği görüşündeyiz.
SİYASİ PARTİLER EŞİT ŞEKİLDE PROPAGANDA YAPAMIYORSiyasi partilerin seçim sürecinde eşit şartlarda propaganda yapamamasının hukuki boyutu var mıdır?Seçimlerin nasıl yapılacağı, seçim kanunuyla düzenlenmiş ve bu konuda yetki de Yüksek Seçim Kurulu’na bırakılmıştır. Hukukçular olarak olaya seçme ve seçilme hakkının kullanımı olarak bakıyoruz. Seçme ve seçilme hakkının yasal çerçeveler içinde herkes tarafından eşit ve adil bir biçimde kullanılması gerekmektedir. Seçme ve seçilme hakkının kullanılması içinde, seçmen olarak bilgilendirilmek herkesin hakkıdır. Halk, seçeceği partiyle ilgili yeterli bilgiyi ancak yeterli ve etkin bir propaganda sayesinde elde edebilir. Bu nedenle adil bir seçim için tüm siyasi partilerin eşit şartlarda bir propaganda yürütebilmesi önemlidir. Bu ise sadece yasal düzenlemelerle sağlanamaz. Etik kurallarda önemlidir. Ancak ülkemizde uzun yıllardır tüm siyasi partilerin eşit şekilde propaganda yapamadığını gözlemlemekteyiz. Bu demokrasiyi zedeleyecek bir durumdur. Medyada bazı siyasi partiler çok yer alırken bazıları hiç yer bulamamaktadır. Yine seçim malzemelerinin asılacağı yerler ve zamanlar yasal olarak belli iken, burada da kurallara uyulmadığı görülmektedir. İktidarda olarak seçime gitmenin, seçim zamanında bir partiye üstünlük sağlamaması gerekirken, iktidar olmanın bu alanda da kullanıldığı görülmektedir. Devlet olanaklarının ise kullanılmaması gerekirken bunun da çok rahat bir şekilde kullanıldığı gözlemlenmektedir. Seçmenin karar alma sürecinde geçirdiği evredeki demokratik uygulamalar en az oy kullanırken sağlanan güven kadar önemlidir. Herkesi dinlemeli, görmeli ve kararını özgürce verip, güvenli bir biçimde oyunu kullanmalıdır. Bu nedenle seçim propaganda sürecinin adil ve eşitlikçi geçmesi çok önemli olup, direkt fikir ve vicdan özgürlüğüyle de ilgidir. Esas sorun yasalarda olmayıp, pratikte, alanlarda yapılan çalışmalarda ve uygulamalardadır.DEMİRTAŞ’IN TUTUKLU ADAYLIĞINA HUKUK NE DİYOR?Eşitlik demişken HDP’nin Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın bu çerçevede serbest bırakılması gerekir mi?Sayın Demirtaş, milletvekili iken dokunulmazlıkların kaldırılması sonucunda tutuklanmış ve yine yargılanması tutuklu olarak devam etmekte iken partisi tarafından Cumhurbaşkanlığına aday gösterilmiştir. Demirtaş’ın isnat edilen suç ile ilgili olarak yargılanması ve tutuklu olması farklı bir durumdur, Cumhurbaşkanı adayı olarak tutuklu olması ayrı bir durumdur. Sayın Demirtaş’ın tutuklu yargılandığı dosyayı inceleyebilmiş değilim. Elbette bu dosyayla ilgili olarak verilecek tahliye kararında takdir mahkemenindir.Olaya seçim hukuku ve seçme-seçilme hakkı açısından baktığımızda ise seçim sürecinde devreye Yüksek Seçim Kurulu’nun girdiğini görmekteyiz. Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri hakkındaki kanun gereğince, adayların aday başvuruları sonucunda aday olup olamayacakları yönünde karar verici makam Yüksek Seçim Kurulu olup, kararları da kesindir. Aday olmak için istenilen evraklardan biri ise sabıka kaydıdır. Yüksek Seçim Kurulu Sayın Demirtaş’ın adaylığını onaylamışsa, adaylığına hukuken engel bir halinin olmadığı açıktır. Bir kimsenin tutuklu olması suçlu olması anlamına gelmemektedir. Yapılacak yargılama sonucunda verilecek kesin karara kadar, kişilerin masum olarak kabul edilmesi evrensel bir hukuk kuralıdır. Gerek bu kural, gerek seçim hukuku; seçmenlerin seçecekleri parti ve kişiler hakkında bilgi edinme hakkı, eşit ve adil bir propaganda hakkı açısından bakıldığında Sayın Demirtaş’ın yasal bir takım önlemler alınması yoluyla tahliyesi, bu hakların kullanımının yolunu açacak bir durum yaratacaktır. Sayın Demirtaş’ın adaylığına Yüksek Seçim Kurulu tarafından onay verilmişse, yargılanması ve tutukluluğu engel olarak görülmemişse, HDP ye oy verecek seçmenler açısından adaylarının serbestçe propaganda yapması, kendini bu ülkeye ait hissetmesi açısından önemlidir. Cumhurbaşkanlığına aday bir kişinin YSK tarafından adaylığı engellenmemişse tutuklu kalması, bazı kesimlerin propagandanın ve seçimlerin adil yapılmadığı konusundaki iddialarını güçlendirmekte ve seçim sonuçlarının tartışmaya açılması yönünde bir olanak sağlamaktadır. Seçimlerin adil ve eşit şartlarda yapılmadığı ve seçim sonuçlarının tartışmaya açıldığı bir ortamın yaratılmaması gerekmektedir.Demirtaş, cumhurbaşkanlığını kazanırsa ne olur? Hukuki durum ne olur?Böyle bir sonucun olmayacağı açıktır. Ancak tutuklu bir adayın seçilmesi halinde Cumhurbaşkanı olmasına bir engel yoktur. Bu durumda da Anayasa Mahkememiz ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları çerçevesinde tahliye edilmesi durumu oluşur. Daha sonra mahkûmiyeti kesinleşir ise Cumhurbaşkanlığı düşer.VATANDAŞ VERDİĞİ OYUN ÇALINACAĞINI DÜŞÜNÜYOR24 Haziran’da seçim güvenliği açısından Türkiye’de ki barolar ortak karar aldılar. Türkiye’de seçim güvenliği de tartışılan bir konu. Seçim güvenliği nasıl sağlanacak?Ülkemizde, tüm kurum ve kuruluşlara yönelik bir güven sorunu yaşanmaktadır. Maalesef vatandaşımız seçimlere de güveni kalmamış durumdadır. Vatandaş verdiği oyun çalınacağını düşünmektedir. Bu çok vahim bir durumdur. Vatandaş oyunu verip rahatlıkla evine gidememektedir. Oyum nereye gidecek endişesini taşımaktadır. Seçim güvenliğinden Yüksek Seçim Kurulu sorumludur. Ancak son seçimde YSK’nın almış olduğu karar sonucunda da vatandaş YSK ya dahi güvenmemektedir. Bu güvenin yeniden tesisi gerekir. Bu, vatandaşın seçme ve seçilme hakkının zedelenmesidir. Hukukçu olarak bakış açımız bu yöndedir. Seçim güvenliği, seçme ve seçilme hakkının kullanılmasının zorunluluğudur. Bu nedenle önceki seçimlerde olduğu gibi Türkiye Barolar Birliği ve Barolar olarak seçim güvenliği sistemini oluşturduk. Trabzon Barosu olarak seçim hukuku ve seçim güvenliği komisyonu oluşturduk. Seçim sürecinde, seçim hukukuna ilişin her türlü konuda vatandaşlarımızın sorularını cevaplayacağız. Seçim günü de Baromuz açık tutulacak olup, seçimlerle ilgili hukuksal sorunlarında seçmene yardımcı olacağız ve seçimlerin adil ve eşit bir şekilde gerçekleşmesine katkı sağlayacağız.

